21 Mayıs 2016 Cumartesi

Bir 'Yunus ' Romanı

     
             


                                                                                                           
                                  Kitabın ismi ateş ve ya aşk ateşinden gelmektedir. İskender Pala bu kitapta Yunus Emre'nin hamlıktan nasıl yanma mertebesine yükseldiğini anlatmaktadır. Ama öyle güzel anlatmaktadır ki insan kitabı okuduğunda adeta Yunus Emre'nin ağızından dinlemiş ve  gözüyle görmüş gibi kitabın Dünya'sında seyahate çıkartıyor . Çünkü kitapta bilgilendirmek için dipnotlar , parantezler gibi dikkatimizi dağıtacak şeylerden çok ilgimizi çekecek konulara değinerek yani ; güzel sözlerle , güzel betimlemelerle - hatta yarım sayfa süren betimlemeleri de vardır - ve sizi düşündürecek konuları ele alarak sizleri kitaba bağlıyor. Bunları da Yunus Emre'nin duyularıyla anlatınca az önce dediğim gibi kendinizi Yunus Emre gibi hissediyorsunuz.
                     
                                  Kitap ilk başta Molla Kasım kıssasını anlatıyor. Molla Kasım eline Yunus Emre'nin yazdığı . İçinde üç bin şiiri bulunan kitabı eline geçmiştir. Şiirlerini okudukça Yunus Emre'nin çok sapıtmış olduğunu düşünür . Velhasıl kelam bir derenin yanına gider ve orada ateş yakar. Beğenmediği şiirin sayfasını yırtar ,bir dereye bir de ateşe atarmış .Ta ki bir şiirinden şu kesitini görene kadar: Ben dervişim diyene/ Bir ün edesim gelir // Tanıyuban şimdiden / Varıp yetesim gelir; Sırat kıldan incedir /Kılıçtan keskincedir // Varıp onun üstüne /Evler yapasım gelir// Derviş Yunus bu sözü /Eğri büğrü söyleme // Seni sigaraya çeker/ Bir Molla Kasım gelir... Bu cümleden sonra Molla Kasım'ı akı başına gelir ve tövbeler etmeye başlar. Sonra bir nida işitir. Tam olarak ne olduğunu anlayamaz ama şöyle söylemektedir:'' Üzülme Molla !.. Onun şiirlerinden bini yerde mahluk içindir. Allah binini suda balıklar , binini de gökte melekler okusun  istedi!''  ... İşte bu hadiseden sonra Molla Kasım  Yunus Emre'nin hayatını araştırmaya koyulur kitabını yazmak için . Sonrasında Yunus Emre'yi bulur kitabını yazmak istiyorum diye sorduğunda ''Birisi hakkında kitap yazılacaksa  Taptuk Sultanım yazılmalı! demiştir. Israrı yüzünden Yunus kimseyi kapısından çevirmediği gibi Molla Kasım'ın  yapacağı işe razı olur. Bir süre sonra da vefat eder zaten .Kitabını  yazmak  Karaman'da Yunus'un   oğlunu bulur ve romanın gelişme bölümü başlar...
                              

                                 Her ermişin düşündüğü gibi Yunus'ta altmış üç yaşına geldiği zaman sünnet olan yaşamı geçirdim diye düşünmüştür. Diyeceksiniz ki bunu niye söyledim. Çünkü Yunus o zamanlarda gözleri pek iyi görmez imiş ama kapısına gelen herkesi Abakay Dervişten öğrendikleriyle şifa dağıtırmış. Senin gözlerin iyi görmez kendine bir merhem yapta iyleşiver dediklerinde . ''Peygamber Efendimiz adı güzel kendi güzel Muhammed'in mübarek gözleri bu dünyayı  altmış üç yıl gördü , bize de ziyadesi gerekmez !'' dermiş. Bu söze baktığımızda Yunus'un kendi bu dünyada maddeden çok manen ile ilgilendiğini görebiliriz ki tasavvufun amaçlarından biridir bu düşünce biçimi.
 
                                  
                               Aklıma geldi de sizlere kitabı daha kolay anlatabilmem için başlıkları yazayım. Sonra üzerlerinden birkaç cümle geçtikten sonra sizden izninizi isteyeyim. Hem sizin anlamanıza da yardımcı olurum . Malum ben bir İskender Pala değilim :D

SPOİLER
.
.
.
.
.
.
:DDDD

OD 'un Başlıkları:
-Molla Kasım
-Şüphe
-İbrahim
-Temür Alp
-Satı Nine
-Sitare
-Hacı Bektaş
-Aslanlı Hünkar
-Samuel
-Alamutlu
-Sitare
-Taptuk Sultan
-Çelebi Faruk
-Mevlana Hüdvendigar
-Samuel
-Avare
-Abdallar
-Aslanlı Hünkar
-Ana Bacı
-Samuel
-Yunus-ı Guyende
-Çelebi Faruk
-Baybars
-Zahir Baba
-Samuel
-Çoban
-Samuel
-Geyikli Baba
-Turakçın
-Samuel
-Molla Kasım
                   
                            Sizin de fark ettiğiniz üzere Samuel lafzı çokça yer almakta . Kim bu Samuel diye soracak olursanız şöyleyim. Bizim Yunus'un oğlu. Ama ismi İngilizce diyeceksiniz ki sizlere şunu söyleyeceğim. Bildiğiniz üzere o zamanlara Moğol saldırıları vardı . Bizim Yunus'un köyününe de saldırmışlar orada ne var ne yok alırken aynı zamanda İsmail'i de yani Yunus'un oğlunu da yanlarına alıp  köle pazarına götürüyorlar. İsmail'i satın alan adamın adı da Arn ileride İsmail bu adama Arn usta diyecek ama ondan önce Arn Usta bizim İsmail'e Samuel ismini koyuyor, İsmail de buna razı oluyor . Böylece İsmail oluyor Samuel. İşte bu yüzdendir ki Başlıklarda Samuel ismini çok görüyoruz.
 
                         Şimdi izninizle başlıkların içeriğini not aldığım yerleri bana ne ifade ettiklerini yazıyım ...Molla Kasım'ı zaten anlatmıştık .Şüphe başlığına gelirsek , klasik Hak ile batılın çarpışması gerçekleşiyor . Burada Hakk'ı savunan Yunus batılı savunan ise oğlu . Bu olaylarda kafamıza yerleşmeyen şeyler çıkacaktır ama bu aklımıza takılan soruları son başlıklarda ele alacağım. Mesela; hani İsmail kaçırılmıştı hani ne ara büyüdü kendi çetesini kurdu? Allah'ın varlığı yokluğu arasında gidip gelmesi ne ara başladı gibi ... Benim bu başlıkta ilgimi çeken konu ''bahçesiz bahçıvan olur mu ? diyaloğuydu . Çünkü burada birkaç önemli noktaya değinmiş yazarımız . Yunus'un gözleri neredeyse hiç görmese bile bulundukları yerdeki bahçeyi tabiri caizse görmüş olması ve Yunus'un, İsmail ve onu arkadaşları arasında  gerçekleşen sohbeti. Şöyle söylüyor Yunus : Şu bakımsız bahçenin  bahçıvanı var mıdır sizce ?. '
''Yok elbette ! o kadar bakımsız ki''
''Ama yine içinde yeşeren otlar veya ağaçlarda hayat emareleri de eksik değil!. Demek ki  biz görmesek bile bu bahçenin bir bahçıvanı var. Şimdi şunu soracağım : Görünmeyen , dokunulmayan ve tespit edilemeyen bir bahçıvan ile hayali olan veya hiç olmayan bir bahçıvan arasında ki fark nedir ?
''?!.''
'' Şimdi oğullarım ; siz bu bahçıvanı maddi ölçülerle tanımak istiyorsanız ; yanılgıya düşersiniz. Oysa Allah tek, eşsiz ve maddi olmayan bir varlıktır. Maddi sınırlar içinde düşünülemez ,anlaşılamaz ,biçimlendirilemez . Ona inanır, güvenirsiniz. Bu bir iman meselesidir''... diye giden sohbet .İşte bu sohbet ilahım kim diye ikilemlerde kalanlar için güzel mi güzel sohbet . İşte bu sohbet için bilinmesi gerekenleri ,çabası  gibi şeyleri düşününce İskender Pala ya biraz daha imrenmeye başladım .

                        İbrahim ile Temür başlıklarında ibret alınacak sözler vardır elbet ama bence yazar burada daha çok Yunus'un geçmişinde ne gibi olaylar yaşamış nasıl bir halde imiş , o zamanda neler olmuşları anlatarak kitaba bir temel hazırladı . O yüzden ben hem bir şeyleri fark edemedim hem de çok önemli bir şey zannımca yoktu.

                         Gel gelelim Satı Nine'ye . Bu bölümde Yunus Emre'nin İman toprağına birkaç tohum atılıyor. İleride filizlenip başkalarının altında dinlenebileceği ,rahatlayabileceği tohumlar . Ama Yunus bunu farkında değil - zaten ermiş olduğu zamanlarda bile ermiş olduğun bilmiyordu-, dünyevi işlerle meşgul idi. Hatta dervişliğe karşı idi ama kaderinde ne olmak var ise ;ne yaparsa yapsın ister bizim Yunus olsun ister başka kişi olsun ondan kaçamaz.


                    Bu arada  kitabı incelediğimde  yada büyük çerçeveden kitaba bakmaya çalışırken bu safhaların pekte güzel olmadığı düşüncesi aklıma geldi .Çünkü ,kitabın ileriki sayfalarında bazılarının isimleri bile yer almadığını , işime yarayacak bilgilerin olmadığını , önemli olan ileriki sayfaların olduğu gerçekleri sandığım şeyler vardı. Ama biraz düşündüğümde çok cahillik etiğimin farkına vardım. Açıklamaya gerek bile duymuyorum  o derece .... :D
 

                     Kendimi biraz güncelleyerek devam ediyorum... Sitare'de kalmıştık. Bu bölüm Yusuf'un aşkını dile getirmeye başladıkları yerdir. Güzel sözler içerir bu bölüm. Şu sözü hoşuma gitmiştir benim: ''İki kişinin birbirini sevmesi, birbirini dost edinmesi, sahip edinmesi demektir. Tıpkı Allah'ın kulu , kulunda Allah'ı sevmesi gibi, zira Allah kulunu sevemeseydi kul Allah'ı sevemezdi''. İşte bu sözler Yunus'u ağzından çıkıyor. Aşk'ın uyanışı için kıvılcım gibi yakamaya hazırlıyor kabini. Bu arada Yunus ne Sitare'sini yani eşini unutuyor ne maddi dünyayı ne de dervişliği ;arada kalıyor ne yapacağını tam karar veremiyor, değişik bir durumda anlayacağınız üzere. Sonrasında Aslanlı Hünkar çağırıyor Yunus 'u .

                         Hacı Bektaş'ın yanına gidiyor. Aklında oraya gidip  takas etmek var ama Bektaş Yunus'u terbiye etmek niyetinedir. Niye diye soracak olursanız çünkü Bektaşi köyü için yapacağı takas gittiği vakit insan bulamayacağını Moğolların saldırısına uğradığını bildiği için  Bektaşi Yunus'a nefes verelim der - buradaki  nefes ne anlama geliyor alamadım ama sanırsam tövbe verelim diyor. Bizim Yunus o zamanlar cahil sırra nail olmadığından takasta yiyecek almak için ısrar ediyor . Bektaşi hediyeler de vererek gönderiyor ama tabi Yunus köye vardığında perişan olur , artık yapacak bir şey yoktur .

                         Tekrar Aslanlı Hünkar'ın yerine gider ama  kabul edilmez . Yolunun Taptuk Sultan'a doğru olduğunu söylerler. Yunus ''acaba Taptuk Emre  beni kabul etmezse diye düşünerek yollara düşer''.


                         
                      İşte mesele burada başlıyor sevgili okuyanlar . Korkmayınız ki artık her başlığın altına bir şeyler yazmaya çalışmayacağım. Aklımda kalanları , not aldıklarımı anlatmaya belki de  şuana kadar yazmış olduğum klasik sıkıcı şeylerden kendimde fark etmiş bulunup  daha hoş şeyler yazmaya gayret edeceğim .

                  
                     Bizim Yunus'un oğlu Samuel bir işkencecinin çırağı olur ilmini öğrenir. Tabi o aralar da babasının nasıl biri olduğunu ve niye kendisini bırakmış olduğu nu;   Allah'ın var olup olamayacağı korkusu , sorusu aklını kemiriyordu . Eninde sonunda buluşacakları belki ama bir kitap için asıl önemli olan nasıl buluştukları , hangi badirelerden geçtikleri önemliydi . Sonradan Samuel'i de babası gibi yollara düşüren önceden babasıyla karşılaşmış olan Alamutlular idi . Asıl komik olan şey İsmail'in babasına kendisini nasıl bıraktı diye nefret ederken. Kendini Baba'sını bulmaya adamış olması idi .Allah'ın olmadığını söylerken(Haşa), Allah'ın gazabından korkması . Kötülük yapayı düşünürken fark etmese de tövbeler etmiş olduğunu. Dervişlerden nefret ederken imanın önemini anlayıp dervişlik yolunda  ilerlemesi. Bence bu komiklik Allah'ın yazmış olduğu kaderinin değiştirilemeyeceğini , sevgisini , kudretini , merhametini adeta bağırıyor. Yazar, Samuel'i dışarıdan kötü gözüken bir çocuktan neler çıkartmış hangi ilimlerle çıkartmış ve bunu sağlayan asıl tasavvufun temelini oluşturan şeyleri nasıl işlemiş olduğunu görünce tasavvufun kerametimi yoksa İskender Pala'nın yeteneğimi düşününce şu cevap aklıma geliyor; Temeli Allah tarafından bize bağışlanmış tasavvuf yani İslam sağlıyor ve İskender amcanın o ilmiyle edebi metine dönüşerek bir ''OD'' kitabı oluşuyor. İnşallah doğru söylemişimdir.

                 Bizim Yunus'sa biz Samuel'i büyütürken ne mertebeler aşmış ne badireler, ne sınavlar, ne büyük zorluklardan geçip de  Aşk için oduna dönmüş bir bilseniz . Ben okurken kanım çekildi . Ben biraz  altını çizdiğim sözleri yazacağım çünkü başka türlü Yunus'un seviyesini anlatacak bilgiye sahip değilim :
''Adem olan mülke suret bezemesin ; mülke suret bezeyenler kara toprak olmuş, yatar''. Burada maddeden çok manevinin önemini vurgulamış .Asıl doğru yol ,asıl yer , gidilip tadılması gereken mekan maneviyattır , aşktır diye vurgulamıştır.
 
  Birde aşkı anlatmış ama Yunus Emre anlatmamış Taptuk Emre anlatmış .'' Burası kalbinin en değerli yeridir . Burada siyah bir nokta vardır . Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta , kurumuş bir damla kandan  ibarettir. Adına sevda denir, siyaha çalan rengi yüzünden ona sevda derler. Bütün tecelli denizleri , bütün aşk ve ihtiras fırtınaları işte o bir damla kanın içinde dalgalanıp çırpınır. Aşırı sevgi  bu damlayı tahrip edip dağıtırsa parçaları bütün vücuda dağılır.'' İşte aşk dedikleri -inşallah bize de nasip olur - böyle olmalıydı , sonradan Yunus'ta  öyle aşk a bulanmış ki ilerde söylerim sizlere. :D
       
            Sanırsam en son Yunus Taptuk Sultan kapısına gelmişidi. Sizin de bildiğiniz üzere Yunus ilk başlarda odun taşımıştı sonrada tam 37 sene yine odun taşıdı. Ama öyle bir geçirdi ki 37 seneyi, okudukça kitabı boş boşuna o mertebelere gelmemiş diyesi geliyor insanın . Taptuk Emre'nin Yunus' 'Bilmem' zikri öğretmesi. İlk başlarda bunu pek anlamıyorsunuz ama ilerde kitap size bu zikrin ve daha nicelerin sırrından biraz verine anlıyorsunuz ne kadar anlamlı ,ne kadar zekice , ne kadarda insana  mertebesini bağıran sırlar  varmışta ben duruyorum. Neyse bu ''Bilmem'' zikri aslında(188-1899. sayfalarda anlatılıyordu. Şöyle anlatmaya çalışayım: ''Bildiğimin kesin olmadığını o vakit öğrendim ve bildiğime de - yalan olmayacak hallerde - bilmem demenin lezzetini tattım. Çok geçmeden  bilmezlik halinin bendeki bende ki beni götürmüş , benlikten arındırmış , ruhumu yıkamış , derviş ile Rab arasındaki en kalın perdeyi , beni ve benliği ortadan kaldırmış, yalnızca bilinmesi gerekeni bildirmiş olduğunu anladım. Allah'ın varlığı yanında kulun , sevgilinin varlığına nispet sevenin bir varlığa veya bilgisi olamayacağını idrak ettim. Asıl bilinmesi gerekenin Allah olduğunu kavradım. Hakikat bilgisi karşısında benim bildiğimin yalnızca bir vehim ,var zannettiğimse yalnızca hayal olduğunu keşfettim... Böyle gidiyor cancağızlar .Aşkına tutulmuş, sırra kavuşmuş ; tecrübe edinerek ,ilim öğrenerek ulaşmış bu mertebeye. Hepsinin bir sınav olduğunu unutmadan ayrıca  nefse sahip olduğunu, unutmadan Taptuk Emre dergahından bir güneş olarak ayrılmış ''Yaratılanı severim  ,yaratandan ötürü '' diyerek açmış kollarını uzayabileceği kadar yere yardım etmiş elinden, gönlünden ,dilinden ne kadar geliyor ise .


                       Fazla uzatmışa benziyorum ki aklımda kalan birkaç kıssayı da söylemesem hem içimde kalır hem de yazdıklarımı okuyup not verecek olan o güzel hocamın aklında. Ben yine başlık koymadan  edemeyeceğim...

- Yunus'un ile Padişah arasında gerçekleşen keramet.
-Yunus ile Üç Çelebi
-Mevlana'nın Yunus Emre için söylediği söz.
-Yunus'un Abakay Dervişten Şifacılık ilmini öğrenmesi( Başlıktan ötürü kısa bir açıklama oldu ama :)
-Yunus'un Kırklar arasında Gönül Perdesinin açılmasıyla söylediği şiirler.(Şiirleri yazmayacağım)
-Bilmediğini bilmek , bildiğini bilememek.
-Yunus'un Yunus olduğunu  fark ettiği mağara ve iki derviş.

                     İlkinden başlar isek , burada Yunus Emre keramet göstermiştir. Anlatayım... Şeyh Yunus yine dağa odun toplamaya giderken padişahı ile adamlarıyla karşılaşırlar. Padişah Yunus Emre'yle biraz konuştuktan sonra hoşuna gittiği için bir kese altın uzatır . Bizim Yunus ''Kesedeki nedir ki padişahım ?''der.
''Altındır''
''Taptuk Sultan dergahında Allah Teala 'nın kulları vardır ki , padişahım, dağlara taşlara 'Altın ol!' dese altın olur''
 Yunus bunları söyledikten sonra atlar kişnemeye , padişahın adamları korkmaya , şiddetle etraflarına bakmaya başladılar. Ne olduğunu anlamayan Yusuf cümlesini şöyle bitirdi.
''Bunlar dünyadır padişahım , dünyalıktır. Bir şeye yaramaz .Yine taş taş olmak , ağaç ağaç olmak hoştur ''
Bunu söyledikten sonra padişahı bazı adamları yere düştüler . Sonra Bizim Yunus'un yanına giderek 'Ne olur beni şeyhinin yanına götür!'
Sonradan Keramet yaptığını anlamış Yunus . Meğerse ''Altın ol'' dediği vakit her yer altın olmuş ;''Taş taş olmak, ağaç ağaç olmak hoştur'' diyincede normale dönmüş etraf . Bu yüzdenmiş herkesin celallenmesi .... 
              

                  İkinci kıssa Yunus'a  Hiçbir şeye sahip ve malik değiliz; Her şeyin malik ve sahibi Allah'tır . Sözünü öğretme kıssasıdır. Sonuçta maddeden vazgeçmek ilk kurallardan biridir.


                  Mevlana'nın Yunus Emre için söylediği söz ise soradan anlaşılmaktadır. İlk karşılaştıklarında Mevlana hele derviş senden Taptuk kokusu alırım demesiyle sohbetleri başlamış en sonunda da Çelebi Faruk'un kulağına söylediği söz ile bitmiştir. O sözü en son söyenmektedir
................................................................................................................................
Sufilik yolunda hangi makama erişmişsem şu Türkmen kocası Yunus'un Ayak izini orada gördüm. Sonrasında Yunus emre Bayılıp kuyuya düşmüş idi                 



                  Yunus'u bayılıp kuyuya düşmeden önceki sohbetinde kırklar vardı o mana aleminde dolaşırken aynı zamanda şiirlerde söylemiştir.


                   Yunus bir vakit dergahtan habersiz İsmail'i bulmak için yola koyulmuş idi. Sorasında iki derviş ile karşılaşmış onların kerametlerine tanıklık etmişti. Sabah birinin tarlasında çalışıyorlar , ibadetlerini yapıyorlar , sohbet yapıyorlar en sonda iki dervişten biri dua edip önlerine yemekler indiriliyordu. Sıra Yunus'a geldiğinde mertebesini bilmediğinden biraz geri çekilmişti. Sonra razı olup dua ettiğinde dervişlerin ettiği duadan sonra gelen yemeklerin 2 katı geldiğini görünce dervişeler kimin hürmetine dua ettin diye sorduklarında siz kimin hürmetine dua ettiyseniz bende onun hürmetine Allah'tan dua ettim . Dervişler aralarında biraz bakıştıktan sonra Bizim Yunus'u bayıltacak sözü söylerler '' Taptuk Emre'nin dergahında odun taşıyan Oduncu Yunus vardır onun hürmetine isteriz ''deyince olan olur . İşte o vakit Yunus Yunusluğunun farkına varır ve tekrar Taptuk Sultan'ın kapısına dayanır ...
                      
                                                           Son cümleme gelir isek inşallah kafanızda ki soruları almış bir şekilde , bir nebze daha iyi yazdığımı ümit ederek ,vesselam ....
                                                             


































3 yorum: